camlar kapalı. bu gürültü de nereden geliyor? birileri neşeli bir şeyler çalabilir mi, lütfen? biraz kibarlaşın bayan. bir saniye olsun düşünceli olamaz mısınız? bayan, sayın tüm sıkıntılarınızı; doldurun onları bir camın ardına da birbirlerini kovalasınlar. kaçmayın! hiç kimseden. fakat hiçbiriyle yüzleşmeyin.
günaydın. alt komşunuza selam verin, bir daha. kapının girişinde unuttuğunuz şemsiyenizi almak için geri dönün. zira havanın ne getireceği hiç belli olmaz. demir kapıyı kendinize doğru çekerken yüzünüze vuran soğuk hava, yeni bir güne başladığınızı somutlaştırsa da buna aldırış etmeyin. aslında bugün, dün işten gelmeden önce başlamıştı. neden, bir gün olsun işe geç kalsaydık. kapıyı açın ve dışarı çıkın. ayaklarınızı titizce yere basın. kimse götünün üstüne düşmek istemez. işte böyle. güzel gidiyorsunuz. neyse ki durağa kadar sağ salim geldik. amma da soğukmuş hava. ellerinizi ovuşturun ve bir sigara yakın.
yaşamak genellikle tahribattan başka bir şey değildir. gelecek olan minibüse el kaldırarak durdurun. aslında bugün gerçekten de işe gitmek istemediğinizi aklınıza getirtin. işe hiç gitmek istemediğinizi düşünün. saate bakın. alelacele şoföre seslenerek 'müsait bir yerde' araçtan inin. coşkuya kapılmayın. izanınız sakın başka şeylere kaymasın. işe yetişmek için taksiye binmelisiniz. hay aksi! bir taksi bile geçmez mi, şu işlek caddeden. bu, okula gitmemek için 'öznel' bir bahane olabilirdi, bittabi. fekat unutmayınız ki artık bir çalışansınız. ayağınızdaki prangalar! lütfen, onları kimse görmeden çorabınızın içine sokunuz. bu uzun -takım elbiseyle uyumlu- çorapları pis, kadayıf gibi bacak kıllarınızı örtmek için vermiyoruz size. rica ediyorum, biraz anlayışlı olun. otobüsün arkasına saklanmış bir taksi var. görüyor musunuz? bir şekilde ona el gösterin. işte oldu. geliyor...
hızlıca parayı ödeyin ve taksiden inin. bir dakika. kırmızı başlıklı kızın ormanda yürüdüğü gibi elinizi kolunuzu sallayarak nereye gittiğinizi zannediyorsunuz? kenara attığınız çantayı tekrar elinize takın. ayak topuklarınız götünüze vurarak koşun. bir daha sivri ağızlı ayakkabı giymeyeceğinize dair kendinize söz verin. eşiniz ısrar etse dahi. zira sivri ağızlı ayakkabı sizi fazlasıyla maço gösteriyor. bu siz değilsiniz. oysa arkadaşlarınız da defalarca uyarmıştı sizi. şimdi bütün gün ayağınızdaki bu rahatsızlıkla nasıl yaşayacaksınız? bu, küçük bir karın ağrısı değil. ayağınıza vuran nasır da değil. bu, modern dünyanın 'somut' acıları. hiçbir can sıkıntısına benzemez.
sanki herkes size bakıyor. acaba ilk kim soracak ayakkabılarınızla ilgili 'o' can alıcı soruyu. bir başınıza kalmak ve biraz olsun rahatlamak için öğlen arasını bekleyin. o vakte kadar çalışıyormuş gibi görünürken çalışadurun. sonra akşamı bekleyin. bütün bu hercümerç bitti. eve gitmekten mut duyarmış gibi koşarak yola koyulun.
izomorflar mütenasip denkleşmeler üzerine kuruludur. hayat istemediğimizi sandığımız şeyleri bize yaptırmaktan zevk alır. sanılarımızın vukuatları, tasavvurlarımızla tenakuz oluştursa da sadece yaşadıklarımızın doğru olduğu gerçeği bizi biraz olsun rahatlatabilir. bu keşmekeşte boğulurken ağzınızdan şöyle bir şey çıktı: gerçek, inandıklarımızdır.
söz lafta, yazı kağıtta kalır. geriye kalan, inandığını yapmaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder