bir romanesk deney II

marks ve engels sosyalizmin felsefesini oluştururken doğal olarak yaşadıkları topluma ve çağın koşullarına göre kurguladılar. o koşullarda sosyalizme en yakın gördükleri toplumlar ileri kapitalist ülkelerdi (ingiltere, almanya vb). hesaplarında yarı köylü toplumu olan rusya yoktu. daha basit düşünelim. ingiltere, almanya ve fransa 1850'li yıllarda kapitalizm azgın sürecini yaşıyordu. proleterya zincirlerinden başka kaybedecek başka bir şeyi olmayan bir sınıftı. yeni gelişen burjuvazi aç gözlü, vahşi ve saldırgandı. köylülük büyük oranda tasfiye olmuş, proleterleşmişti. haliyle sınıf

bu kadar zalim olmayın, zulmetmeye bir son verin acılar

sol elini beline koyarak sağ ayağını basamağa atıp, sol ayağını da her defasında sağ ayağının yanına çekerek merdivenlerden yavaşça indi. evin beton meydanına atılmış çikolata ambalajını ve yırtılmış karton parçasını ağır ağır eğilerek yerden topladı. kalkarken beli takılacak gibi oldu. hafif inleyerek doğruldu. elindekileri az ileride bulunan çöp kutusuna attı. etrafına bakındı. sanki bir çocuk görse ona kızacak gibiydi. yaşlılıktan mı kızacaktı onlara? yoksa varoluşsal bir aksilik miydi, onunkisi? ellerini başörtüsünün iki ucuna atıp bozarak, tekrardan sıkıca birleştirdi boynunun altında. ne zaman takmaya başlamıştı bu baş örtüsünü? aklına bir şeyler sadece gelmekle kalıyordu. önemi yoktu. bahçeye yürüdü.

bir romanesk deney

sosyalizm, felsefesi itibariyle iradeci (volantirisit) bir düzendir. aşağıdan yukarı yıkılan sistem yukardan aşağıya inşaa edilecektir. geriye doğru bakınca temel sorunlardan biri şudur; binlerce yıldır sınıflı toplumda yaşamış insanları nasıl bir yol ve yöntemle değiştirip, dönüştüreceğiz? burada somut örnek; değişme ve dönüşmedeki yetmiş yıllık sosyalizm deneyimidir.

sovyet örneğine bakıyoruz: stalin 1952-53 yıllarında yazdığı son yazılarında yaklaşık olarak şöyle der; ''küçük meta üretimini dahi denetim altına aldık. burjuvaziyi sınıf olarak tarihten sildik. ve artık sovyetlerde geriye dönüşün maddi zemini kalmamıştır''
stalin, bunu devrimden tamı tamına 36 yıl sonra söylüyor.

halbuki sağlıklı da besleniyordum...

'sağlıklı beslenin, uzun yaşayın'. bu, birçoğumuzun yaşam düsturu. aslında insanların sağlıklı beslenme alışkanlıkları hatırı sayılır bir geçmişe sahip. bizim bugün 'organik', 'köy mahsülü' olarak aldığımız ve ederi el avuç yakan şeyleri insanlar neolitik çağda yerleşik hayata geçtiklerinde, kendi ürettiklerini kendileri yerken, bedavaya da sağlıklı besleniyorlardı. tabi burada bir ayrım var. o vakit amaç sağlıklı beslenme değil, sadece beslenmeydi. gılgamış destanı da bize bu konuda ışık tutuyor. m.ö. 3000 yılı... ve insanlar incir, salatalık, soğan yiyorlar. tarih ilerledikçe yemek, içmek ve beslenme bir kültür halini alıyor. hatta bir eğlence hali alıyor. gılgamış destanı yazıladururken, alt mezapotamya'daki insanlar bira mayası yapıp 'bu dünya içmeden çekilmez arkadaş' kıvamına gelmişlerdi bile.

benim de bir amacım var

insanlar bir amaçları olmadan hareket edemiyorlar. böyle söyleniyor. oysa yolculuğun en iyi noktası varış anı değil yolculuk esnasında geçen zamandır. amaca ulaştığında amacın anlamsızlığı boy gösterir. başka amaçlar edinirsin. velev ki onları da gerçekleştirdin diyelim. böylece ufkun genişleyecektir. aldanma. genişleyen ufkun ‘dışarının etkisindeki’dir. nesnel düşünce kitle aurasının önüne geçemez. subjektif düşünce tarzının özünde ‘ben’ vardır. buradaki ‘ben’ oportünist tutumda bulunan, nihilist, çıkarcı, bireyci ve ben merkeziyetçi gibi kavramların ötesinde değerlendirilmeli.